Kaderciliğin Ötesine Geçmek
Kendi kendine vakit ayırmanın özlemiyle yanıp tutuşurken,aslında bunu bile artık fedakarlık yaparak kavuştuğum bir zaman dilimi,bir çeşit aktivite haline getirmişim.İnsan kendi iç dünyasında yaptığı yolculuğu nasıl aktivite olarak görebilir ki?Zamansızlıktan yakınmak yerine sadece akışına bıraktığım hayatımı sorgulamayı da unutur hale gelmişim.Bir yerlerden çekip tutmam gerektiğini hissettiğimde ise ne geç kalınmışlığı düşündüm ne de diğer olumsuz düşünceleri sürükledim beraberimde.Öyle bir sıkışıp kalmışım ki esasen dün anladım bunu.Kurstan kaçıp Eskişehir'e sığınırken kendimi liseden kaçmış kadar heyecan verici bir şey yapıyormuş hissine kapıldım.Oysa ki ne kadar basitti yaptığım, tramvaya atlayıp fütursuzca yürüyecek,Porsuk çayı etrafında döne döne ilerleyecektim.Belki tek eksik noktam bunları paylaşamayacaktım.Sırf birisiyle olmak için daha fazla şey paylaşmak için değil hissettiğimi yaşamak akıllıcaydı.En sevdiğim kafelerden birine oturup en sevdiğim öğünü,kahvaltımı tadını çıkara çıkara yaptım.İşte o an yaşadığım duygular tarifsiz.Kendimi bulutların üzerinden bakıyormuş hissine kapılmış gözlerimi kırpıştırarak soğuğa meydan okuyordum.O kadar güçlü hissediyordum ki sanki o an orada değil bir dağın tepesinde düşmanlarıma kılıç sallıyordum.Bilmiyorum hissettiğim güç belki de beni cesaretlendiren şey bu şehirdi,belki bir başınalığımdı,belki konuşmadan kendi kendime anlattığım şeylerdi...Kahvaltımı bitirdikten sonra ritüelimi tamamlayıp kahveme doğru yol aldım.Nerede en güzelini en farklısını denerim sorularının eşliğinde attım kendimi sokaklara.Şarjım çok az kalmıştı,bu beni endişelendirmedi sadece yürümek,bir şehri yeniden keşfetmek istiyordum.Bunun en can alıcı noktası ise kafamın meşgul olmamasıydı.Lokasyonu bile dert edinince istediğimiz şekilde kaptıramıyoruz kendimizi.Hiçbir şekilde plan yapmadan sadece anın getirdiklerini yaşayıp,soğuğa direnmeye çabaladım.Bilenler bilir Eskişehir güzeldir ama soğuğunu sorgulamazsanız.İçimi ısıtan kahvemi de kitabı mı da bırakıp dostluğun en güzel şekli olan Ş.' nin ailesiyle birlikte şehrimize geldiğini duyar duymaz sokaklara çıktım.Bir insanı ailesi olarak görmek yalnızca kan bağı gerektirmiyor.Annesi annem babası babam kardeşleri kardeşim oldu.Nasıl babama çekinmeden duygularımı,yaşadıklarımı,dünya görüşümü anlattıysam Ali amcaya da öyle anlattım.Dün konuşurken anlattıkları sanki benim hissedip de söyleyemediklerimin yansımasıydı.
Kimse karşımıza laf olsun diye çıkmaz.Hayatımıza giren her insan ucundan kıyısından dokunur dünyamıza.O anlattı ben dinledim.Dayatmadan bir şeylere inandırmaya çalışmadan sadece yaşadıklarını bir zamanlar bizim yaşımızdayken dünyasından bahsetti bize.Derin bir hikayeyle benim 'hiçbir şey yapmadan beklerim,bir şey benim olacaksa zaten olur.' deyişimin sadece umutsuzluğa sürükleyeceğini,yaşadığım gençliği her anını isteyerek ve uğraş vererek geçirmem gerektiğini vurguladı.
Bir adam varmış ve demiş ki 'İnsanın ayağına nasibi nasılsa gelir o halde kırk gün boyunca kendimi eve kapatacağım,muhakkak öylece kalmam.'Zaman geçmiş yaklaşık otuz gün geçmiş,artık adam açlıktan ölmek üzere ve ne yiyecek bir şeyi var ne gelen gideni.Kapısı çalmış,yan komşusu cenazesi olduğunu ve evinin gelen gideni ağırlamak için sığmadığını müsaade ederse onun evine gelmek istediklerini söylemiş.Adam kabul etmiş.Bir sürü insanla dolup taşan ev aynı zamanda yemekler ile dolmuş herkes yemeğini yerken adamın biçare kenarda duruyor oluşunu fark etmemiş.Adam sessiz köşede otururken öksürmüş ve dönüp bakan misafirler adamın yüzünün solgunluğunu fark edip yiyecek içecek vererek kendine getirmeye çalışmışlar bu fazla kaderci adamı.
Ve ekledi Ali amca 'Her ne kadar nasibin ayağına gelse de bir öksürmen gerek.'
Sanırım uzunca zamandır benimsediğim kaderciliği,biraz da kolayıma geldiğini bildiğimden terk etmemiştim.Çok haklıydı,uğraşmak emek vermek gerekiyordu.Ulaşmak istediklerime karşıdan bakarken yol kat edemezdim.Bunun bilincinde olsam bile gerçek anlamda üşengeçliğin bana bir şey katmadığını görememiştim.Üşengeçliğimin sebebi enerji harcayıp bir şeylere erişmek için yürüdüğüm yol değildi.Sadece artık yorulmuştum ve bir şeylere emek harcayıp battığını gördükten sonraki kalp kırıklarıyla bezenmiş dünyamın beni frenlemesiydi.
Zaman zaman sorguladığım nasıl bir 'ben' var nasıl bir yaşama tutunmak onunla birlikte korkmadan adım atmak ister...daha bir çok soruyu da getirip önüme dizen filozof ailem var.Şanslıyım sorgulamadan yaşamayı unuttuğum anda yeniden enerjimi kazandığımı hissettiğim için.Sonrasında sokaklarda mırıldanarak şarkı söylerken ben,uzun zamandır bu kadar keyif alacağım şeylerden kendimi mahrum bıraktığımı anladım.
Şimdi hayatımı bir kenara atmayıp,onu önemseyerek sadece bir kere 'öksürüyorum'.
Kimse karşımıza laf olsun diye çıkmaz.Hayatımıza giren her insan ucundan kıyısından dokunur dünyamıza.O anlattı ben dinledim.Dayatmadan bir şeylere inandırmaya çalışmadan sadece yaşadıklarını bir zamanlar bizim yaşımızdayken dünyasından bahsetti bize.Derin bir hikayeyle benim 'hiçbir şey yapmadan beklerim,bir şey benim olacaksa zaten olur.' deyişimin sadece umutsuzluğa sürükleyeceğini,yaşadığım gençliği her anını isteyerek ve uğraş vererek geçirmem gerektiğini vurguladı.
Bir adam varmış ve demiş ki 'İnsanın ayağına nasibi nasılsa gelir o halde kırk gün boyunca kendimi eve kapatacağım,muhakkak öylece kalmam.'Zaman geçmiş yaklaşık otuz gün geçmiş,artık adam açlıktan ölmek üzere ve ne yiyecek bir şeyi var ne gelen gideni.Kapısı çalmış,yan komşusu cenazesi olduğunu ve evinin gelen gideni ağırlamak için sığmadığını müsaade ederse onun evine gelmek istediklerini söylemiş.Adam kabul etmiş.Bir sürü insanla dolup taşan ev aynı zamanda yemekler ile dolmuş herkes yemeğini yerken adamın biçare kenarda duruyor oluşunu fark etmemiş.Adam sessiz köşede otururken öksürmüş ve dönüp bakan misafirler adamın yüzünün solgunluğunu fark edip yiyecek içecek vererek kendine getirmeye çalışmışlar bu fazla kaderci adamı.
Ve ekledi Ali amca 'Her ne kadar nasibin ayağına gelse de bir öksürmen gerek.'
Sanırım uzunca zamandır benimsediğim kaderciliği,biraz da kolayıma geldiğini bildiğimden terk etmemiştim.Çok haklıydı,uğraşmak emek vermek gerekiyordu.Ulaşmak istediklerime karşıdan bakarken yol kat edemezdim.Bunun bilincinde olsam bile gerçek anlamda üşengeçliğin bana bir şey katmadığını görememiştim.Üşengeçliğimin sebebi enerji harcayıp bir şeylere erişmek için yürüdüğüm yol değildi.Sadece artık yorulmuştum ve bir şeylere emek harcayıp battığını gördükten sonraki kalp kırıklarıyla bezenmiş dünyamın beni frenlemesiydi.
Zaman zaman sorguladığım nasıl bir 'ben' var nasıl bir yaşama tutunmak onunla birlikte korkmadan adım atmak ister...daha bir çok soruyu da getirip önüme dizen filozof ailem var.Şanslıyım sorgulamadan yaşamayı unuttuğum anda yeniden enerjimi kazandığımı hissettiğim için.Sonrasında sokaklarda mırıldanarak şarkı söylerken ben,uzun zamandır bu kadar keyif alacağım şeylerden kendimi mahrum bıraktığımı anladım.
Şimdi hayatımı bir kenara atmayıp,onu önemseyerek sadece bir kere 'öksürüyorum'.
Yorumlar
Yorum Gönder