Kar Tanesi
Kar tanesi hüzündür.En çok da yalnızlığı ve çaresizliği gösterir.Belki de daha çok hissettirdiği içindir.Dış dünyadan soyutlanıp iç dünyaya odaklanınca insan;görmek istediğini değil görmesi gerekeni,gerçekleri fark eder.Her ne kadar kör değilim dese de sağır,dilsiz,kör oluvermiştir.Aydınlıkta yürüdüğünü zanneder,oysa hiç karanlıktan çıkmaya çabalamamıştır.Bilerek yapmıyorum der,çünkü bildiklerini inkar eder.Savunmak,laf anlatmak gereksizdir.
Kendi kalbini kendine anlatır,açıklar mı insan hiç?Kaybolmuşluk duygusunu sezdiği an ardına bakmadan kaçmak mı ister yoksa kalıp savaşmak mı?Tükendiğini iddia edip elini eteğini çekmiş,kalbinin varlığını bile reddeder olmuş mudur?Tüm yalanlarının içinde gerçeklerin çıkmasında korkuyor mudur?Suskunluğun en büyük konuşma olduğunu bilmeyen birine nasıl anlatır derdini?Birden aklına gelen o dahiyane fikrin yıkılışını izlerken de suskunluğundan vazgeçmez mi?Hayal etmeyi yasaklamış mıdır mesela?Zaman kaybedeceğini düşündüğü her bir aşamayı mantıksallık çerçevesinde incelemek veya bunu yaptığını savunmak kolay mıdır?
Kar tanesi misali bir o kadar orantılı;yüksekten düşerken salındığını,tek başına düşmekten korktuğunu izlediğim an tüm dünyam bu küçük beyaz hüzün dalgasıyla kaplandı.Onu seyrederken üzülüyordum.Nasıl savrulacağını hesap edemeden bilinçsizce yeryüzüne salınıyordu.Bir o kadar da huzurluydu esasen.Tek mutsuzluğu yok olup gidecek olmasıydı.Kaybolacak,hiç olmamışçasına üstüne yeni bir kar tanesi düşecekti.Oysa en özelin kendi olduğuna inanmış,aksi bir şey duysa,görse kaçacakmış gibi davranıyordu.Benliğini açıp ,düşme pahasına koşa koşa geldiği yeryüzünün bu anlamsız tavrıydı onu üzen.Herkes gibileştirmiş,hiç yokmuş gibi davranmıştı.
Sen küçük,beyaz,soğuk,bir o kadar asil bir zerresin.Bir karınca kadar bile değilsin.Düşünsene kimse seni sevmek zorunda değil,ama nefret edebilir.Çünkü asidir ruhun,Ne zaman nerede başlayacağın da biteceğin de bilinmez.Kimi zaman çekip gider bir süre sonra geri dönersin;kimi zaman hiç gelmemek üzere vazgeçersin tüm güzelliklerden.
Kendi kalbini kendine anlatır,açıklar mı insan hiç?Kaybolmuşluk duygusunu sezdiği an ardına bakmadan kaçmak mı ister yoksa kalıp savaşmak mı?Tükendiğini iddia edip elini eteğini çekmiş,kalbinin varlığını bile reddeder olmuş mudur?Tüm yalanlarının içinde gerçeklerin çıkmasında korkuyor mudur?Suskunluğun en büyük konuşma olduğunu bilmeyen birine nasıl anlatır derdini?Birden aklına gelen o dahiyane fikrin yıkılışını izlerken de suskunluğundan vazgeçmez mi?Hayal etmeyi yasaklamış mıdır mesela?Zaman kaybedeceğini düşündüğü her bir aşamayı mantıksallık çerçevesinde incelemek veya bunu yaptığını savunmak kolay mıdır?
Kar tanesi misali bir o kadar orantılı;yüksekten düşerken salındığını,tek başına düşmekten korktuğunu izlediğim an tüm dünyam bu küçük beyaz hüzün dalgasıyla kaplandı.Onu seyrederken üzülüyordum.Nasıl savrulacağını hesap edemeden bilinçsizce yeryüzüne salınıyordu.Bir o kadar da huzurluydu esasen.Tek mutsuzluğu yok olup gidecek olmasıydı.Kaybolacak,hiç olmamışçasına üstüne yeni bir kar tanesi düşecekti.Oysa en özelin kendi olduğuna inanmış,aksi bir şey duysa,görse kaçacakmış gibi davranıyordu.Benliğini açıp ,düşme pahasına koşa koşa geldiği yeryüzünün bu anlamsız tavrıydı onu üzen.Herkes gibileştirmiş,hiç yokmuş gibi davranmıştı.
Sen küçük,beyaz,soğuk,bir o kadar asil bir zerresin.Bir karınca kadar bile değilsin.Düşünsene kimse seni sevmek zorunda değil,ama nefret edebilir.Çünkü asidir ruhun,Ne zaman nerede başlayacağın da biteceğin de bilinmez.Kimi zaman çekip gider bir süre sonra geri dönersin;kimi zaman hiç gelmemek üzere vazgeçersin tüm güzelliklerden.
Yorumlar
Yorum Gönder